3 Mayıs 2015 Pazar

Arayış

İnsanoğlu, konuşma yetisini edindiği o ilk yıllardan itibaren soru sormaya başlar. Çevresini, çevresinde olup biteni anlamlı kılmaya çalışan birey, kendisinden daha tecrübeli olan anne ve babasına durmaksızın sorular sorar. Gündelik, tecrübeye dayalı pratik bilgilerin yanı sıra varoluş üzerine daha derin konularda da sorular sorar. Böyle hararetli bir şekilde başlayan bu süreç geçen her yıl boyunca körelerek devam etmektedir. Bilme isteğinin bireyde oluşturduğu mutluluk yerini, parayla elde edinilebileceği düşünülen mutluluğa bırakır. Geçim sıkıntısı denilen bu döngüde birey, tüm çabasını mutluluğun kaynağı olarak gördüğü para kazanmaya harcar fakat kendini öyle kaptırır ki para kazanmaktaki gayesini unutarak amacına ulaşmak için sahip olduğu aracını yeni amacı edinir. Birey, edindiği onca tecrübe ve birikime rağmen daha çocuk yaşlarda sorduğu, cevap aradığı soruları sormaz hale gelmiştir. Neden var olduğunu, neye hizmet ettiğini, hayat gayesini unutmuştur. Albert Camus’un kaleme aldığı ‘Sisifos Söyleni’ adlı eser de varoluşsal problemler ve yaşamın anlamı üzerine sorular sormaya, düşünmeye iten ölümsüz bir başucu kitabı niteliğindedir.



Bizler, hayatımızın her anında bir şeyleri bilme isteğiyle ve merak duygusu içinde hareket etmişizdir. Yemek yapmak, araba kullanmak, bir müzik aletini çalmak gibi gündelik işlerin yanı sıra iktisadi düşünceleri, hukuk kanunlarını, sanat tarihini öğrenmek istemişizdir. Fakat daha derin ama sorulması gereken ilk soru olan varoluşumuzun sebebini hep göz ardı etmişizdir. Şöyle bir düşünelim; kaçımız varoluş sebebini, bu evrende bulunma gayesini veyahut bu evrenin ortaya çıkış serüvenini merak etti ve sorguladı? Bu sorulara cevap aramak ve tüm yaşantımızı daha başlangıcından itibaren anlamlandırmaya çalışmak, temelleri sağlam bir yapı oluşturmamızı sağlayacaktır. Şahsi olarak varoluşsal kaygılar üzerine bir beyin fırtınası yapacak olursam, bir cevaba varmak adına ilk olarak evrenin başlangıcını sorgulamak en doğru tercih olacaktır. İki farklı şekilde başlangıç olduğunu düşünüyorum. İlk olarak, bu evrenin bir yaratıcısı olduğu ve tabiri caizse evrenin onun bir ürünü olduğu görüşü. Onun kuralları dairesinde oluşturulmuş dinlerin varlığı, bu hayatın bir sonu olduğu ve cennet/cehennem yaşantısının olduğu ve insanlığa iyiliği emreden, doğruyu erdem kabul eden görüş. Fakat bu görüşte cevabını bulamadığım, açıklanamayan birtakım sorunlar var. İyiliği emreden bir Tanrı’nın yarattığı dünyada kötü kavramı ve kötülük nasıl ortaya çıktı? Habil ve Kabil ile başlayan bu süreçte kötülüğün sebep olduğu sayısız ölümler gerçekleşmiştir. Diyelim ki kötüyü, iyinin insanoğlu tarafından idrak edilmesi için meydana getiren Tanrı neden insanoğlunu böyle bir sınava tabi tuttu? Sonuçta her birimiz irademiz dışında bu evrene getirildik, kendi seçim haklarımız olmadan bu sınava tabi tutulduk. Bu görüşte bu bağlamda birtakım cevaplanamayan sorular baş göstermektedir. İkinci olarak, bu evrenin bir tesadüfler zinciri olduğu görüşü. Bu görüşte de, evrenin başlangıcının tesadüfî bir patlamayla meydana geldiği ve bir sonunun olup olmadığı kestirilemez. Bu görüşün en büyük çıkmazı ise; böyle eşsiz bir ürünün, böylesine muazzam bir yapının bir tesadüf sonucu ortaya çıkmış olduğu düşüncesi akla yatan yeterlilikte değildir. Camus tüm bu bilinmezlikleri, cevapları kesin olmayan soruları ve anlamlandırılamayan olguları ‘uyumsuz’ olarak nitelendirmektedir.

Bugüne kadar evrenin başlangıcı üzerine birçok görüş ortaya atılmıştır. Thales’ten Aristoteles’e, Jean Paul Sartre’dan Slavoj Zizek’e kadar birçok filozof ve düşünür evrenin başlangıcı üzerine birtakım iddialarda bulunmuşlardır fakat henüz bu iddialardan herhangi biri yadsınamaz gerçek olarak kabul görmemiştir. Bu yüzden evrenin başlangıcını merak eden ve varoluş sebebini bilmek isteyen bizleri zorlu bir süreç beklemektedir. Bu zorlu yolculuğa yol gösterici niteliğinde olan Sisifos Söyleni eşliğinde başlamanız dileğiyle.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder