İnsanoğlu, konuşma yetisini edindiği o ilk yıllardan
itibaren soru sormaya başlar. Çevresini, çevresinde olup biteni anlamlı kılmaya
çalışan birey, kendisinden daha tecrübeli olan anne ve babasına durmaksızın
sorular sorar. Gündelik, tecrübeye dayalı pratik bilgilerin yanı sıra varoluş
üzerine daha derin konularda da sorular sorar. Böyle hararetli bir şekilde
başlayan bu süreç geçen her yıl boyunca körelerek devam etmektedir. Bilme
isteğinin bireyde oluşturduğu mutluluk yerini, parayla elde edinilebileceği düşünülen
mutluluğa bırakır. Geçim sıkıntısı denilen bu döngüde birey, tüm çabasını
mutluluğun kaynağı olarak gördüğü para kazanmaya harcar fakat kendini öyle
kaptırır ki para kazanmaktaki gayesini unutarak amacına ulaşmak için sahip
olduğu aracını yeni amacı edinir. Birey, edindiği onca tecrübe ve birikime
rağmen daha çocuk yaşlarda sorduğu, cevap aradığı soruları sormaz hale
gelmiştir. Neden var olduğunu, neye hizmet ettiğini, hayat gayesini unutmuştur.
Albert Camus’un kaleme aldığı ‘Sisifos Söyleni’ adlı eser de varoluşsal
problemler ve yaşamın anlamı üzerine sorular sormaya, düşünmeye iten ölümsüz
bir başucu kitabı niteliğindedir.
Bizler, hayatımızın her anında bir şeyleri bilme isteğiyle
ve merak duygusu içinde hareket etmişizdir. Yemek yapmak, araba kullanmak, bir
müzik aletini çalmak gibi gündelik işlerin yanı sıra iktisadi düşünceleri,
hukuk kanunlarını, sanat tarihini öğrenmek istemişizdir. Fakat daha derin ama
sorulması gereken ilk soru olan varoluşumuzun sebebini hep göz ardı etmişizdir.
Şöyle bir düşünelim; kaçımız varoluş sebebini, bu evrende bulunma gayesini
veyahut bu evrenin ortaya çıkış serüvenini merak etti ve sorguladı? Bu sorulara
cevap aramak ve tüm yaşantımızı daha başlangıcından itibaren anlamlandırmaya
çalışmak, temelleri sağlam bir yapı oluşturmamızı sağlayacaktır. Şahsi olarak
varoluşsal kaygılar üzerine bir beyin fırtınası yapacak olursam, bir cevaba
varmak adına ilk olarak evrenin başlangıcını sorgulamak en doğru tercih
olacaktır. İki farklı şekilde başlangıç olduğunu düşünüyorum. İlk olarak, bu
evrenin bir yaratıcısı olduğu ve tabiri caizse evrenin onun bir ürünü olduğu
görüşü. Onun kuralları dairesinde oluşturulmuş dinlerin varlığı, bu hayatın bir
sonu olduğu ve cennet/cehennem yaşantısının olduğu ve insanlığa iyiliği
emreden, doğruyu erdem kabul eden görüş. Fakat bu görüşte cevabını bulamadığım,
açıklanamayan birtakım sorunlar var. İyiliği emreden bir Tanrı’nın yarattığı
dünyada kötü kavramı ve kötülük nasıl ortaya çıktı? Habil ve Kabil ile başlayan
bu süreçte kötülüğün sebep olduğu sayısız ölümler gerçekleşmiştir. Diyelim ki
kötüyü, iyinin insanoğlu tarafından idrak edilmesi için meydana getiren Tanrı
neden insanoğlunu böyle bir sınava tabi tuttu? Sonuçta her birimiz irademiz
dışında bu evrene getirildik, kendi seçim haklarımız olmadan bu sınava tabi
tutulduk. Bu görüşte bu bağlamda birtakım cevaplanamayan sorular baş
göstermektedir. İkinci olarak, bu evrenin bir tesadüfler zinciri olduğu görüşü.
Bu görüşte de, evrenin başlangıcının tesadüfî bir patlamayla meydana geldiği ve
bir sonunun olup olmadığı kestirilemez. Bu görüşün en büyük çıkmazı ise; böyle
eşsiz bir ürünün, böylesine muazzam bir yapının bir tesadüf sonucu ortaya
çıkmış olduğu düşüncesi akla yatan yeterlilikte değildir. Camus tüm bu
bilinmezlikleri, cevapları kesin olmayan soruları ve anlamlandırılamayan
olguları ‘uyumsuz’ olarak nitelendirmektedir.
Bugüne kadar evrenin başlangıcı üzerine birçok görüş ortaya
atılmıştır. Thales’ten Aristoteles’e, Jean Paul Sartre’dan Slavoj Zizek’e kadar
birçok filozof ve düşünür evrenin başlangıcı üzerine birtakım iddialarda
bulunmuşlardır fakat henüz bu iddialardan herhangi biri yadsınamaz gerçek
olarak kabul görmemiştir. Bu yüzden evrenin başlangıcını merak eden ve varoluş
sebebini bilmek isteyen bizleri zorlu bir süreç beklemektedir. Bu zorlu
yolculuğa yol gösterici niteliğinde olan Sisifos Söyleni eşliğinde başlamanız
dileğiyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder