Bir eser
kaleme alınırken oldukça meşakkatli bir süreçten geçer. Yazarlar, eserlerinin
her satırında, her sayfasında ince eleyip sık dokurlar. Yazarların önem
vermeleri gereken faktörlerden biri de eserlerine verdikleri isimlerdir.
Günümüzde okuyucu kitlesinin büyük çoğunluğu kitapların adlarına ve kapaklarına
bakarak kitap almaktadır. “Bir kitabı
kapağına bakarak yargılama” sözü oldukça yerinde bir sözdür. Kitabın dış
görünüşü ve kapak tasarımı içeriğini her zaman doğru bir şekilde
yansıtmayabilir fakat kitabın adı oldukça önemlidir çünkü okuyucuyla eser
arasında oluşan ilk bağ gizlidir içinde. ‘Erken Kaybedenler’ bugüne kadar
okuduğum kitaplar arasında en etkileyici isimlerden birine sahip. İstemsizce de
olsa kitaba yönelmenizi sağlayan bir adı var. Emrah Serbes’in kaleme aldığı bu
eser her biri okuyucuyu kitabın kahramanıymış gibi hissettiren, kurgusuna
hapseden farklı hikâyelerden oluşmaktadır.
Kitaplarımı alırken genellikle bir ön hazırlık
yapar, araştırır ve daha sonra alırım. Bir gün kitabevinde dolaşırken Erken
Kaybedenler’i gördüm ve ismin büyüsüyle kitabı incelemeye başladım ve çok
geçmeden kitabı aldım. Kitabın arka kapağı içeriğinden daha güzel daha
etkileyici olmuş açıkçası. “Erken Kaybedenler… Yoldan çıkmış bir neslin
manifestosu…” tüm kitabın özeti niteliğinde vurucu bir söz olmuş. Ergenlik
dönemindeki erkek çocukların yaşamış olduğu duygu değişimlerini komik bir dille
kaleme alan yazar, kullandığı kendine özgü diliyle tadına doyum olmaz bir eser
ortaya çıkarmış. Yüreği yaşından büyük çocukların hayatlarını anlatan 8 farklı
hikâyeden oluşan eser, kurguların her birinde kendinizi bulamasanız bile, sizi
gençlik çağınıza götürecek bir etkiye sahip. Eser, bir çocuğun ailesinin
olmaması sebebiyle anneannesine bağlılığını anlatan ‘Anneannemin Son Ölümü’ ve siyasi olgularla yeni yeni tanışan bir
gencin hayatından kesitler veren ‘Üst Kattaki Terörist’ hikâyelerinin haricinde
ergenlik çağındaki erkek çocuklarının karşı cinse olan duygularından bahseder.
O yaş aralığını konu alan bir eserin başka neden bahsetmesi beklenebilir ki?
Daha doğrusu, o yaş aralığındaki erkek çocukların iç dünyasını okuyucuya
geçirmek isteyen bir yazar daha güzel bir konu bulabilir miydi? Kendisini ve
çevresini tanımlamaya bu yaşlarda başlayan bir genç aşkı da bu çağlarında
tanımaya başlar. Karakteristik altyapının henüz oluşmadığı, gelgitlerin olduğu
bu dönemde aşk faktörünün de devreye girmesiyle tüm denge alt üst olabilir.
Kitaptaki ‘Kimi Sevsem Çıkmazı’ adlı
öykü bu durumu yansıtan güzel bir örnektir. Hikâyede alegorik bir şekilde
bahsedilen apartman lambası örneği okurken düşündüren, düşündürürken güldüren
etkileyici bir kesittir. Yazarın ne denli naif olduğunu gösteren “Sevilen her
kadın güzel bir şarkıdır, bütün sözlerini hatırlayamazsın belki ama melodisi
aklında kalır.” sözü genç nesillere öğüt niteliğinde bir sözdür yazardan. Aşkın
yanı sıra cinsellikle yeni tanışan erkek çocuğunu da nükteli bir şekilde kaleme
almıştır yazar. ‘Zannettiğin Gibi Değil’ ve ‘Alçakgönüllü Arzular’ hikâyeleri
utançları, yüz kızarmalarını başarılı bir şekilde ele almıştır.
İnsanoğlunun en büyük
paradokslarından biri de geçmişe duyduğu özlemdir. Bugün her ne kadar güzel
anılara tanık olsa da, gelecek her ne kadar güzel günlere gebe olsa da
insanoğlu her çağında geçmişine ayrı bir sevgi, özlem besler. Geçmişten
bahsedilen her ortamda gözlerde bir ışıltı, yüzlerde bir mutluluk oluşur. Cemil
Meriç’in “Acılar hatıralaşınca güzelleşir.” sözü bu duruma ışık tutacak nitelikte
bir sözdür. Zamanın akıcılığıdır belki de geçmişi bu kadar güzel kılan, kim
bilir? Çocukluktan yetişkinliğe geçen o girdaplı yıllarınızı anımsamanız adına ‘Erken
Kaybedenler’ belki de en güzel tavsiye olacaktır. Geri gelmeyecek o günlerinizi
tebessümle yâd etmeniz dileğiyle.