19 Ağustos 2014 Salı

Başlangıçlar

   Tolstoy,  İtiraflarım’da hayatı sorgulayışını kaleme almaktadır. Bu evrenin bir yaratıcısının olup olmadığı, tabiattaki muazzam işleyişin nasıl sürdürülebildiği, ibadetlerin gerekliliği tarzında onlarca sorusuna cevap aramak üzere başlamıştır bu maceraya. Sorularının cevaplarını bir süre bilimde aramıştır fakat teorik bilimin işlevsiz kaldığını görünce çevre gözlemlerine başlamıştır. Bulunduğu çevredeki her kesimden insanı gözlemlemeye başlamıştır. Kendi kafasındaki sorulara çevresindeki insanlar nasıl bir tavır takınıyorlar bilmek istemiş. Yaptığı gözlemler sonucu insanları dörde ayırmış. Bunlardan birincisi; bilgisizlik yolu. Yani, kendilerini neyin beklediğini bilmeyen ve dahi sorgulamayan insan topluluğu. İkincisi; Epikürcü çıkış yolu. Yani, insan hayatın umutsuzluğunu bilse de hayatın sunduğu nimetleri tatmalı ve ona göre yaşamalı düşüncesi. Üçüncüsü; hayata son verme yolu. Esası şudur: Hayatın dert ve saçmalık olduğuna karar veren insanların, ölülerin sahip olduğu şeylerin yaşayanlarınkinden daha değerli olduğuna karar verip kendi hayatlarına son vermeleridir. Tolstoy’ a göre bu çıkış yolu güçlü ve tutarlı insanların başvurabilecekleri bir yoldur. Dördüncü çıkış yolu ise; kişinin bu hayatın dert ve saçmalık olduğunu bilmesine rağmen onu sürdürmeye devam etmesidir.  Yıkanmak, giyinmek, yemek yemek, konuşmak gibi işlerle gündelik hayata devam edilmesidir bir başka deyişle. Bu arada,  Schopenhauer ve Hz. Süleyman’ın da seçtiği yoldur dördüncü çıkış yolu Tolstoy için. İtiraflarım’da bu sayfaları okurken kendimi bu dört yoldan birine koymak istedim. Kitabı kapattım ve bunu düşündüm uzun bir süre. Daha sonra  Tolstoy, Schopenhauer ve Hz. Süleyman  gibi dördüncü yolun yolcusu olduğumu fark ettim. Ama onların aksine bu konudaki bilgi birikimim oldukça az seviyedeydi. Kitabı bitirdim fakat işin acı yanı; Tolstoy kitabın sonunda da bir sonuca varamıyor. Daha da acısı: bu kitabı yazmasının üzerinden otuz yıl geçmesine rağmen tatmin edici bir sonuca varamıyor ve trenle İstanbul’a gelirken yolda hayatını kaybediyor. Kim bilir belki de İstanbul’da sorularına cevap bulabilecekti. Kim bilir? İtiraflarım’ı okuduktan sonra bu konu üzerine daha çok yoğunlaşmaya karar verdim. Dördüncü kategoride olduğumu düşünüyordum ama bendeki tam bir kabulleniş değil hala. Bu yüzden hayatın anlamlılığı üzerine daha da sorgulamaya karar verdim. Bu serüveni sürekli taze tutmak adına da bu blogu açmaya karar verdim. Tolstoy’un aksine belki bir gün ben sorularıma cevap bulabilirim. Kim bilir?

   Ayrıca, benim gibi arayış içinde olanların kafasında bir kıvılcım yakması adına İtiraflarım’ın arka kapak yazısı: ''Bir seyyahla, onun çölde karşılaştığı yırtıcı hayvanları anlatan o şark masallarını kim bilmez ki. Seyyah, hayvandan kurtulmak için susuz bir kuyuya atar kendini. Orada, kuyunun dibinde bir ejderha görür. Onu yutmak için ağzını açmıştır. Yırtıcı hayvan tarafından parçalanmamak için yukarıya çıkmaya cesaret edemezken ejderha tarafından da yutulmamak için aşağıya atlayamayan bu zavallı, kuyunun duvar taşları arasındaki bir dalı yakalar ve ona sımsıkı tutunur. Elleri uyuşur ve az sonra, her iki tarafta bekleyen felaketin kucağına düşeceğini hisseder, ama hala sımsıkı yapışıp durmaktadır dala. O sırada biri beyaz biri kara iki farenin onun tutunduğu dalın çevrisinde dolaşıp dalı kemirmekte olduklarını görür. Birkaç dakikası vardır. Dal kopacak ve o da canavarın ağzının içine düşecektir. Seyyah bunu görür ve kurtulma şansının olmadığını bilir. Ama havada debelendiği sürece, çevresine bakınmaktadır. Çalının yapraklarından bal damlaları görür. Dilini uzatıp bunu yakalamaya koyulur. İşte ben de aynı, beni parçalamaya hazır olduğunu bildiğim halde, hayatın dallarına tutunuyorum ve bu azaba niye düştüğümü bir türlü aklım almıyor ve şimdiye kadar bana teselli vermiş olan balı emmeyi deniyorum. Ama bal bana tat vermez oldu artık; beyaz ve siyah fareler gece gündüz tutunduğum dalı kemirmekteler..''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder