Tolstoy, İtiraflarım’da hayatı sorgulayışını kaleme
almaktadır. Bu evrenin bir yaratıcısının olup olmadığı, tabiattaki muazzam
işleyişin nasıl sürdürülebildiği, ibadetlerin gerekliliği tarzında onlarca
sorusuna cevap aramak üzere başlamıştır bu maceraya. Sorularının cevaplarını
bir süre bilimde aramıştır fakat teorik bilimin işlevsiz kaldığını görünce
çevre gözlemlerine başlamıştır. Bulunduğu çevredeki her kesimden insanı
gözlemlemeye başlamıştır. Kendi kafasındaki sorulara çevresindeki insanlar
nasıl bir tavır takınıyorlar bilmek istemiş. Yaptığı gözlemler sonucu insanları
dörde ayırmış. Bunlardan birincisi; bilgisizlik yolu. Yani, kendilerini neyin
beklediğini bilmeyen ve dahi sorgulamayan insan topluluğu. İkincisi; Epikürcü
çıkış yolu. Yani, insan hayatın umutsuzluğunu bilse de hayatın sunduğu
nimetleri tatmalı ve ona göre yaşamalı düşüncesi. Üçüncüsü; hayata son verme
yolu. Esası şudur: Hayatın dert ve saçmalık olduğuna karar veren insanların,
ölülerin sahip olduğu şeylerin yaşayanlarınkinden daha değerli olduğuna karar
verip kendi hayatlarına son vermeleridir. Tolstoy’ a göre bu çıkış yolu güçlü
ve tutarlı insanların başvurabilecekleri bir yoldur. Dördüncü çıkış yolu ise; kişinin
bu hayatın dert ve saçmalık olduğunu bilmesine rağmen onu sürdürmeye devam
etmesidir. Yıkanmak, giyinmek, yemek
yemek, konuşmak gibi işlerle gündelik hayata devam edilmesidir bir başka
deyişle. Bu arada, Schopenhauer ve Hz.
Süleyman’ın da seçtiği yoldur dördüncü çıkış yolu Tolstoy için. İtiraflarım’da
bu sayfaları okurken kendimi bu dört yoldan birine koymak istedim. Kitabı
kapattım ve bunu düşündüm uzun bir süre. Daha sonra Tolstoy, Schopenhauer ve Hz. Süleyman gibi dördüncü yolun yolcusu olduğumu fark
ettim. Ama onların aksine bu konudaki bilgi birikimim oldukça az seviyedeydi.
Kitabı bitirdim fakat işin acı yanı; Tolstoy kitabın sonunda da bir sonuca
varamıyor. Daha da acısı: bu kitabı yazmasının üzerinden otuz yıl geçmesine
rağmen tatmin edici bir sonuca varamıyor ve trenle İstanbul’a gelirken yolda
hayatını kaybediyor. Kim bilir belki de İstanbul’da sorularına cevap
bulabilecekti. Kim bilir? İtiraflarım’ı okuduktan sonra bu konu üzerine daha çok yoğunlaşmaya karar verdim. Dördüncü kategoride olduğumu düşünüyordum ama bendeki tam bir kabulleniş değil hala. Bu yüzden hayatın anlamlılığı üzerine daha da sorgulamaya karar verdim. Bu serüveni sürekli taze tutmak adına da bu blogu açmaya karar
verdim. Tolstoy’un aksine belki bir gün ben sorularıma cevap bulabilirim. Kim
bilir?
Ayrıca, benim gibi arayış içinde olanların kafasında bir
kıvılcım yakması adına İtiraflarım’ın arka kapak yazısı: ''Bir
seyyahla, onun çölde karşılaştığı yırtıcı hayvanları anlatan o şark masallarını
kim bilmez ki. Seyyah, hayvandan kurtulmak için susuz bir kuyuya atar kendini.
Orada, kuyunun dibinde bir ejderha görür. Onu yutmak için ağzını açmıştır.
Yırtıcı hayvan tarafından parçalanmamak için yukarıya çıkmaya cesaret edemezken
ejderha tarafından da yutulmamak için aşağıya atlayamayan bu zavallı, kuyunun duvar
taşları arasındaki bir dalı yakalar ve ona sımsıkı tutunur. Elleri uyuşur ve az
sonra, her iki tarafta bekleyen felaketin kucağına düşeceğini hisseder, ama
hala sımsıkı yapışıp durmaktadır dala. O sırada biri beyaz biri kara iki
farenin onun tutunduğu dalın çevrisinde dolaşıp dalı kemirmekte olduklarını
görür. Birkaç dakikası vardır. Dal kopacak ve o da canavarın ağzının içine
düşecektir. Seyyah bunu görür ve kurtulma şansının olmadığını bilir. Ama havada
debelendiği sürece, çevresine bakınmaktadır. Çalının yapraklarından bal
damlaları görür. Dilini uzatıp bunu yakalamaya koyulur. İşte ben de aynı, beni
parçalamaya hazır olduğunu bildiğim halde, hayatın dallarına tutunuyorum ve bu
azaba niye düştüğümü bir türlü aklım almıyor ve şimdiye kadar bana teselli vermiş
olan balı emmeyi deniyorum. Ama bal bana tat vermez oldu artık; beyaz ve siyah
fareler gece gündüz tutunduğum dalı kemirmekteler..''